Uzun yıllardır birkaç konuya odaklı sorular, mailler, mesajlar alıyorum. Fark ettim ki çoğu hayatın nasıl algılanması gerektiğine ve yaşanmasına dair temel meselelere dayanıyor. Madem öyle bu haftalık o konular ile ilgili ve felsefisini anlatan bir yazı kaleme almaya karar verdim. Bir kaza sonucu ya da tesadüf de diyebiliriz var olmadığımıza inanıyorum. Burada olmamızın, var olmamızın bir amacı ve bize ihtiyacı var. Ben olmadan, siz olmadan varoluşta bir eksiklik olurdu ve kimse bunu tamamlayamazdı. Başka hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin dolduramayacağı küçük bir boşluğu işgal ediyoruz. Bu bize olağanüstü bir coşku vermeli. Varoluş ile bağlantıda olduğumuz ve önemli olduğumuz bizim için başlı başına bir doygunluk kaynağı olmalı. Bizler kişisel gündemlerimiz peşinde koşarken bunu hep unutuyoruz ve ihtiyacımız olanı elde etmek için savaşmamız gerektiğine inanıyoruz. Oysa nihai olarak ayrı olduğumuz duygusu sadece bir yanılsama ve tüm evren bizim evimiz. Nerede olursak olalım kendimizi evimize hissettiğimizde ve kendi varlığımızı yaşatmamıza izin verdiğimizde hayatın tadı çıkarmaya ve anlamaya başlıyoruz.
İki ağacı bir biri ile karşılaştırın, mesela çınar ağacı ile bambu olsunlar. İki ağaç birbiri ile kıyaslanabilir mi? Birinin daha kıymetli ya da diğerinin güzel olduğu söylenebilir mi? Biri diğerini yaprakları ya gövdesi nedeniyle kıskanıyor mu? Ama biz insanlar bunu kendimize ve diğerlerine yapıyoruz işte. Ve bu alışkanlıktan bir türlü kurtulamıyoruz. Yüzleşmemiz gereken her zaman bizden daha güzel, daha yetenekli daha güçlü, daha zeki ve görüşte bizden daha mutlu insanlar olabileceği gerçeğidir. Ve tam tersine, bütün bu saydığım konulardan daha düşük olanlarda olacaktır. Kim olduğumuzu ve var oluşumuzu anlamanın yolu kendimizi diğerleri ile karşılaştırmak değil, kendi potansiyelimizi en iyi şekilde kullanıp kullanmadığımıza bakmaktır.