Son 1 haftada "Neden hala yazınızı güncellemiyorsunuz" şeklinde bazı okuyucularımızdan iletişim kutusuna gelen çok sayıda ileti aldım.
Hadi doğrusunu söyleyelim; 'tepki mailleri aldım' diyeyim.
Bu şunu gösteriyor; demek ki okuyucularımız Netordu.com'un haberciliğinden, sunumundan, ciddiyetinden memnun. Özellikle görsel sunumlarımıza, görsel anlatımlarımıza çok fazla sayıda beğeniler geliyor. Üstelik bizlerin yazdıkları köşe yazılarıyla da, belirli konulardaki fikirlerimiz, görüşlerimiz önemseniyor, ciddiyetle bakılıyor. Evet, doğru. Uzun bir süredir bu yazıyı güncellememiştim, yazmaya karar verdim.
Asrın felaketi milyonlar gibi hiç kuşkusuz beni de derinden etkiledi. Ben 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'ni bire bir, canlı canlı yaşayan ve enkaz yığınlarından son anda kurtulanlardan biriyim. Çünkü askerdim, vatani görevimi yapıyordum o esnada. O yıkımın psikolojisini de, en az 4 yılda üzerimden atabildim.
Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin de oluşması, üstelik bunun Ordu'da resmi değil, ama en az 3.5 - 4 şiddetinde hissedilmesi, gün ağardığında da 10 ilde oluşturduğu yıkım, enkaz, can kayıpları gerçekten yeniden psikolojimi bozdu.
Yemek yemeyi unuttum, uyumayı unuttum, müzik dinlemeyi unuttum, gülmeyi unuttum. O psikolojiyi anlatamam.
Gelelim büyük afete.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu asrın felaketini şu sözlerle özetledi. Dedi ki; "250 kilometre fay hattı ve yaklaşık 99 bin 362 kilometre kare. Macaristan'dan büyük, Portekiz'den büyük, İrlanda'dan büyük, Çek Cumhuriyeti'nden büyük, Hollanda'nın iki katı"
Dahası var mı?
Yeryüzünün karada gördüğü ve etkilediği en büyük felaketlerden biri. Kolay değil. Hatırlayacaksınız, önce COVID-19 Salgını, ardından Karadeniz'deki büyük sel afeti, Ege ve Akdeniz'deki orman yangınları derken, işte bugün de bu büyük afeti yaşıyoruz.
Şimdi hal böyleyken, deprem bölgesinde devlet yok, devlet sahada değil denilebilir mi? Dünya'da hiçbir ülke hava, yol ve yıkım şartlarının bu kadar ağır olduğu bir felekatte Türkiye kadar yerinde ve üst seviyede davranamamıştır.
Bizim sorunumuz şu:
Biz halkça münazara ile münakaşa arasındaki farkı ayırt edemiyoruz.
Sorunlar ancak ve ancak münazarayla çözülür. münakaşayla değil. Medyaya bakıyorum, bir yanda devletin canhıraş bölgedeki mücadelesi gözler önündeyken, diğer tarafta muhabirlerin sunumlarını, anonslarını, yayınlarını sabote eden,. etmeye çalışan deprem provokatörleri. Bu nasıl bir zihniyettir! Akıl tutulması yaşamamak elde değil!
Arkadaş...
Kötülemek çözüm sunmaz. Kötülemek ne iyiliği getirir, ne de sonucu. Bu felaket, bu büyük afet geçen günlerde arkadaşlarımızla sohbet ederken de söyledim, şu atasözönü aklıma getirdi: "Komşu komşunun külüne muhtaçtır"
Türkiye'ye en büyük desteği veren ülkeler arasında kardeş ülke Azerbaycan'ın yanı sıra inanır mısınız İsrail verdi. İyi niyetle mi geldiler, kötü niyetle mi bilemem, ama yurt dışından gelen ekip sayısı bakımından İsrail ikinci sıradaydı.
Yunanistan...
Hiç birşey bulamasa yediğimiz içtiğimizden tutun da, günlük yaşamda Türklere özgü olan ne varsa, hepsini kendine malederek kriz çıkarmayı adet bilen Yunanistan'ın tavrı, yardımı koşması, Yunan medyasının Türkiye'nin yanında olması bana bu sözü hatırlattı.
Türkiye'nin 81 vilayetindeki insanlarımızın kendi rızıklarından ayırdıkları birikimlerini deprem bölgesindeki insanlarımıza yetiştirmeye çalışması, seferber olması kadar güzel bir tablo olabilir mi?
Mutlaka bu gibi durumları sabote etmeye çalışan kötü niyetliler de var. Olabilir, olacaktır da. Ancak devletimiz bu kötü niyetlilere de hakettiği karşılığı veriyor hiç kuşkusuz.
Elbette bu kader değil. Elbette bu tedbirsizliği getirdiği ağır bir sonuç, büyük bir yıkım, ama buna ilişkin en sıkı tedbirler de en azından bundan sonra alınacaktır diye düşünüyorum.
Mesala benim yetkililerden en büyük talebim şu olur: Gerçekteki işi ev yapmak, bina yapmak, site yapmak, rezidans yapmak, yol yapmak olmayan, sırf cebinde 3 kuruş parası var diye 'müteahhitlik' adı altında bu işlere kalkışan, mühendislik-mimarlık eğitimi, tecrübesi bir kenara, ilkokul mezunu bir adamın bu tür işlere soyunmaya kalkmasına artık birileri dur demeli.
İnsanlar, çalışarak, tırnaklarıyla kazıyarak, ömürlerini vererek elde ettiklerini birikimlerini maalesef önce bunun gibi insanlara kaptırıyor, sonra da en küçük bir affette bedelini en ağır şekliyle ödüyor.
Ya o adamlar ne yapıyor? İşte kimi 5 yıldızlı otelde yakalanıyor. Kimi milyonluk yatlarda deniz yoluyla yurt dışına kaçmak üzereyken yakalanıyor, kimi havalimanında ele geçiriliyor.
Bu anlattığım sorun, maalesef bizim ülkemizde 1980'lerden, 1990'lardan beri böyle.
Tedbir, tedbir, tedbir...
Temennim, yaraların bir an önce sarılması. 10 ilimizdeki insanlarımızın yeni hayatlarına en uygun koşullarda yeniden idame ettirmeleri için gerekli ne varsa yapılmasından yana. Tekraren belirtmem gerekirse, bunları münakaşa ederek değil, münazara ederek çözebiliriz.
40 bine yakın can kaybımız var. Hepsine tek tek Allah'tan rahmet ve mağfiret, kederli aileleri, yakınları, dost ve akrabalarına sabır ve başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Ulusumuzun başı sağolsun...