Ordu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Ali Akdoğan 9 Ocak sabahı, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla bir gün önceden, yerel basın mensuplarını üniversitenin uygulama restoranında sabah kahvaltısına davet etti.
Bizler; aslen Sayın Rektör'ü sadece akademisyen kimliğiyle değil, geçmiş genel seçimlerindeki rolü ve siyasetçi kimliğiyle de tanıyoruz. Zira, akademisyenliği bırakıp, AK Parti Milletvekili Aday Adayı olmuştu. Bundan da mütevellit, gazetecilerle kahvaltılı buluşmada hatipliği gereği, sanırım sözü biraz da fazla uzattı.
Haliyle akademisyen kimliği ve makamının da vermiş olduğu güçle, bir miktar da fazla özgüven patlaması yaşadığından diye tahmin ediyorum; o gün kendinden oldukça emin ve bilinçli bir şekilde konuştu. Uzun sözün kısası, yerel basın mensuplarına bir nevi aba altından sopa göstermeye de çalıştı. Şöyle ki; "Bizimle ilgili haber yaparken, lütfen bize sorun. Sizi mahkemeye veririm. İki tane avukatımız var, hukukla savaşırım sizinle" deyivermişti...
Haliyle bazı meslektaşlar her ne kadar bu söylemi, espri olarak algılayıp gülümseyerek geçiştirse de, bazı meslektaşlar da tehdit olarak algılayıp haklı olarak tepki gösterdi.
Peki, tehdit mi o sözler?
Evet... Bence tehdit. Yani Çalışan Gazeteciler Günü diye gazetecileri davet edip, ev sahibi sıfatıyla de böylesi bir çıkış, hiç de hoş olmamıştı.
15 DEFA ÖZÜR DİLEDİ, AMA 7 GÜN SONRA ULUSAL BASIN GÜNDEMİNE DÜŞTÜ
Bu tartışmaların ardından, haliyle akşam üstü Ordu'nun yerel televizyonlarındaki ana haber bültenlerini izledim. Ne Altaş Tv, ne de Tv 52'nin ana haber bültenlerinde Rektör Bey'in bu sözlerine her nedense hiç yer verilmedi.
Şimdi iki ihtimal var..
Ya bu sözler hazmedildi, ya da Rektör Bey'in hem akademik, hem de siyasi kimliğinden birazcık çekinildi diyelim.
Haber çünkü!
Bu sözleri söylemesi de haber, söyledikten sonra özür dilemesi de haber, ama haber olmadı! Ya da, çok enterasan bir şekilde kendi yayın politikalarına ters düştü diyelim.
Aslında bu konu o gün kapanmıştı.
Ancak aynı görüntü, Altaş Tv'den veya Tv52'den alınarak Odatv.com'a servis edilmiş. Aynı görüntü diyorum, çünkü görüntü tripodlu kamera ile çekilmiş. Bariz, gayet muntazam. Açı aynı, kadraj aynı ve her iki televizyon kameralarının da bulunduğu açıdan çekilmiş.
Kısacası, birileri almış o görüntüyü kesmiş-biçmiş, servis etmiş.
Ancak tekrar söylüyorum. Olmadı, yakışı kalmadı. Dolayısıyla, o akademik kişiliğin asli branşına baktığımızda karşımıza bir ilahiyatçı olarak çıktığını görüyoruz. Yani, bizim dememize fırsat kalmadan aslında 'tevazu' ve 'samimiyet' kelimelerinin ne anlama geldiğini, bu kavramların İslam Dini'nde de ne denli önemli olduğunu bizden çok daha iyi bilen biri olması gerekiyor.
Zaten dinen de tevazu, nefsine haddinden fazla değer vermemek, gurur ve kibirden uzak bir hayat tarzını yaşamak anlamına gelmiyor mu?
Peki öyle mi olmuş? Hadi varın onun yorumunu da siz yapın.
Sonuç olarak, her ne kadar Sayın Rektör bu sözleri bilinçli bir şekilde kullanmadığını söyleyip, yanlış anlaşıldığını ileri sürse de, görüntülere baktığımızda gayet bilinçli ve özgüveni yüksek bir şekilde söylediği görülüyor.
Hem tehdit ediyor, hem de geç de olsa hata yaptığının farkına varıp, servis edilen görüntüde eğer yanlış saymadıysam 15 defa özür dileyip, 4 defa 'lütfen' ve 4 defa da 'Allah için' sözlerini sarf ediyor.
Haliyle, böyle de büyük bir gafa imza atmış oluyor...
Artık bundan sonra da ısıtılıp ısıtılıp, önüne servis edilir bu görüntüler.
***
REKTÖR AKDOĞAN NE DEMİŞTİ?
"Bizimle ilgili haber yaparken, lütfen bize sorun. Deyin ki; Sayın Rektör. Bak, böyle böyle bir yanlış, anormal bir durum duyuyoruz ediyoruz falan. Bize sorun kardeşim. Biz sizi alır, o haberin, o durumun merkezine götürür, gözlerinizle gösterir, kulaklarınızla işittiririz. Tamam mı? Bizim hakkımızda öyle bir haber, olumsuz bir şey yazarken, çizerken lütfen. Sizi mahkemeye veririm. Tabi. İki tane avukatımız var. Hukukla savaşırım sizinle."
***